Mehmet Altan yazdı | Basın tarihi: Suriye’nin öncesi ve sonrası…

Suriye’de Beşar Esad yönetiminin devrilmesinin ardından ilk kez Halk Meclisi seçimleri düzenlendi. Ancak seçim Rakka, Haseke ve Süveyda illerinin katılımı olmadan gerçekleştirildi.

Kürtler ise bu süreçte göz ardı edildiklerini ve temsil edilmediklerini belirttiler.

Uygulanan sisteme göre halk doğrudan oy kullanmıyor; bunun yerine 6 bin seçici delege, 210 sandalyeli parlamentonun üçte ikisini belirliyor.

Geriye kalan üçte birlik milletvekili dilimi, yani 70 kişi ise doğrudan Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara tarafından atanıyor.

“İlginç” seçim dedim ya…

Bu tuhaf seçim sistemi, Basın Tarihi açısından 2013 yılındaki Suriye’yi merak ettiriyor haliyle…

Acaba durum neydi, nasıldı?

Suriye’de Mart 2011’de başlayan ve 100 binden fazla insanın yaşamına mal olan iç savaş, 2013 Eylül ayında yaşanan önemli gelişmeler sonucunda yeni bir döneme girmiş…

 İlk kez Suriye BM Güvenlik Konseyi’ne taşınmış.  

Ilımlı İran liderliği ABD’yle yakınlaşma sinyalleri vermeye başlamış.      

Yeni dengelerde İran’ın bölgesel sorunların çözümünde daha çok rol oynayabileceği konuşulmaya başlanmış.     

Cenevre II toplantısına dönük hazırlıklar da sürüyormuş.

12 yıl öncesini araştırırken rastladığım, 8 Ekim tarihinde yayınlanan Serkan Demirtaş’ın analizi Türkiye-Suriye ilişkilerini değerlendiriyor.

Bölgenin en güçlü ülkelerinden biri olmasına, Suriye bunalımını en yakından yaşayan ve hisseden ülke konumunda bulunmasına karşın Türkiye’nin etkinliğinin azalmasından söz ediyor, bunun en önemli nedenlerinden birinin de başarı çıtasının ‘Esad’ın gidişi’ olarak belirlenmesi olduğunu söylüyordu.

“Her ne kadar Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye Gazetesi’ne verdiği demeçte, Türkiye’de bazı kesimlerin hükümetin dış politikadaki başarısını Beşir Esad

Davutoğlu, TBMM’de geçen sene yaptığı bir konuşmada, ‘Türkiye’nin yeni Ortadoğu’nun sahibi ve öncüsü olacağını’ söylemiş ve dış politikada başarı çıtasını kendisi belirlemişti.

Esad rejiminin yıkılma süreci uzadıkça ve mevcut durum Türkiye’ye de güvenlik tehditleri getirdikçe, Ankara, daha güçlü bir sesle askeri tercihleri dile getirmeye ve dolayısıyla diplomatik süreçten uzaklaşmaya başladı.”

Türkiye’nin 2012 yılında başlatılan ve ABD ile Rusya’yı aynı platformda buluşturan Cenevre sürecine tam bir kararlılıkla yaklaşmamış olması da etkinliğinin azalmasında rol oynamıştı.            

Cenevre sürecini Beşir Esad’ı makamında tutacak bir anlayış olarak gören Türkiye, bunun yerine “askeri seçeneklerin kullanılması gerektiği” tezini işlemişti.            

Benzer şekilde, Suriye’nin elindeki kimyasal silahların ortadan kaldırılmasını öngören anlaşmayı da “kozmetik” olarak niteleyerek diplomatik sürece mesafesini ortaya koyuyordu.

Türkiye’nin elini zayıflatan bir diğer konunun, Suriye muhalefetinin durumu olduğu tespiti de vardı yazıda.

Muhalefetin kendi içindeki anlaşmazlıkları ve bu anlaşmazlıkların çözümü konusunda Türkiye’nin ve diğer etkin ülkelerin başarılı olamamaları, mevcut rejimin yıkılması durumunda kimin iktidara geleceği konusunu, önemli bir sorun olarak gündeme getirdi.

Mısır’da ordunun yönetime el koymasıyla Türkiye’nin bölgesel ağırlığı önemli bir darbe yerken çevre ülkelerle yaşanan sorunlar da Türkiye’nin “çözüm ortağı olma” ihtimalini epey zedelemiş. 

“Mavi Marmara bunalımı nedeniyle İsrail’le, ülkedeki iç savaş yüzünden Suriye’yle, birçok temel anlaşmazlık dolayısıyla Irak’la ‘konuşmayan’ Türkiye, bölgenin ortak sorunlarına ortaklaşa çözüm getirecek bir diyalog ortamından uzak kaldı.                

Davutoğlu’nun, ‘Savaş ortamında bile diplomatlar konuşur’ açıklamasını sık sık kullanmasına karşın, Türkiye, Eylül 2011’de Şam’la köprüleri attı ve tüm diyaloğunu kesti.               

Türkiye’nin bölge ülkeleriyle tüm diplomatik araçları ve yolları tüketmeden kapıları kapatması, sorunların çözümü için gerekli bölgesel mekanizmaların kurulmasını da engelledi.                

Böylece yaratılan ‘diyalogdan kopuk ortam’, Türkiye’yi çözümün ortağı olmaktan uzaklaştırıp, sorunların bir parçası konumuna itti.”               

12 yıl önceki resim böyle. 

Aradan geçen zaman içinde milyonlarca Suriye’nin akın akın Türkiye’ye göçü… 

Sosyal ve demografik dengelerin değişimi…

Bütçeye gelen ağır yükler…               

Ve bugün gelinen kırılgan konum…    

2011 sonrası Orta-Doğu ve Suriye’de izlenen politikalar, hamaset orkestralı bir algı operasyonundan uzak pek değerlendirilemedi.

Halbuki Türkiye ta ilk başlarda Suriye-İsrail arasında arabulucuydu… Zamanla mezhep savaşlarında taraf durumuna düştü.               

Bugün de Kürtlere, Alevilere, Dürzilere kısaca Suriye’nin sosyal katmanlarına demokrasi, hukuk, insan hakları ve laiklik üzerinden sağlıklı bir mesafeyle yaklaştığını söylemek zor.               

Türkiye, hatalarına aşık bir ülke gibi… Hep aynı hataları ısrarla tekrarlıyor.

Olayların ve yorumların bize gösterdiği gerçek bu. 

mehmetaltan.com.tr’den alınmıştır.

Author: can tok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir