Mehmet Şimşek reçetesine IMF’den destek

BirGün Gazetesi yazarı Hayri Kozanoğlu bugün, “Şimşek etkisine IMF’den destek” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Kozanoğlu yazısında, IMF’nin Türkiye’yi ziyaretinden sonra ilk gözlemlerini raporlaştırdığını anımsattı. Raporda IMF’nin Bakan Şimşek’in ‘kemer sıkma’ politikalarına destek verdiğini ifade eden Kozanoğlu, “IMF’nin Washington patentli Şimşek markalı kemer sıkma programının arkasında olduğu, geniş halk kesimlerine bedel ödeten politikalara onay verdiği net biçimde görülüyor. Zaten bir icraatın ‘IMF Programı’ diye adlandırılması için Fon’dan mutlaka döviz borçlanmak gerekmiyor” dedi.

Kozanoğlu’nun yazısı şu şekilde:

“IMF’nin Türkiye ziyareti sonrası ilk gözlemleri paylaşıldı. Asıl ayrıntılı rapor IMF yürütme kurulunda görüşülüp onaylandıktan sonra yayımlanacak. Ancak IMF’nin Washington patentli Şimşek markalı kemer sıkma programının arkasında olduğu, geniş halk kesimlerine bedel ödeten politikalara onay verdiği net biçimde görülüyor. Zaten bir icraatın ‘IMF Programı’ diye adlandırılması için Fon’dan mutlaka döviz borçlanmak gerekmiyor.

Önce cari açığın GSYH’nin yüzde 2,7’sine düştüğü, uluslararası rezervlerin Nisan’dan beri 91 milyar dolar arttığı, Türkiye’nin risk priminin 440 baz puan geri çekildiği anlatılıyor. Sıkı para ve liberalleşme politikalarından finans ve şirketler kesiminin fazla olumsuz etkilenmediği vurgulanıyor.

2024 Aralık enflasyonunun yüzde 43’e, 2025’te ise yüzde 24’e ineceği tahmin ediliyor. Bu oranlar Merkez Bankası üst sınırının az üzerinde. 2025’te ekonomik büyümenin yüzde 2,7 olarak gerçekleşeceği, orta vadede ise potansiyel yüzde 3,5-4 oranlarının tutturulacağı düşünülüyor. Yüksek enerji fiyatları, Ortadoğu ve Ukrayna kaynaklı jeopolitik gerilimler veya sermaye akışlarının tersine dönmesi olası riskler şeklinde sıralanıyor. Enflasyon beklentilerinin yeniden çıpalanmasıyla bu risklerin azalacağı öne sürülüyor. (anlaşılan suç yine 12 ay sonrası yüzde 73,1 enflasyon bekleyen hane halkına, yani sade yurttaşa atılıyor!). Düşük büyüme, döviz borçlanması ve ‘carry trade’in çözülmesinin kredi risklerini, yani borç geri ödeme sorunlarını artıracağının altı çiziliyor.

Enflasyonun düşmesi için mali, parasal ve gelirler politikalarının koordineli biçimde sıkılaşmasının önemi üzerinde duruluyor. Gelirler politikası derken ücretlerin düşük tutulması, insanların yoksullaşarak mal ve hizmetlere talep yaratma güçlerinin azalmasından duyulan memnuniyet dile getiriliyor.

Deprem harcamaları dışındaki yatırımların sınırlandırılması gereği üzerinde duruluyor. Böylelikle bütçe açığının hedef GSYH’nin yüzde 3’ünde tutulabileceği kestiriminde bulunuluyor. Bu sayede KÖİ projeleri ve KİT’lerden kaynaklanabilecek fonlama gereğinin karşılanabileceği belirtiliyor. Bekleneceği üzere büyük müteahhitlere KÖİ projelerinin kapsamında fiyat ve miktar garantisi üzerinde yapılan ödemelere bir eleştiri getirilmiyor, örtük onay veriliyor. Yüzde 50 politika faizi ile öne çıkan sıkı para politikasının enflasyon düşene kadar devamı, gerekirse ek sıkılaştırmaya gidilmesi öneriliyor. Buradan IMF’nin sonbahardaki olası bir faiz indirimi onaylamadığı sonucu çıkarmak zor değil.

Fiyatlar, ücretler ve başta kiralar diğer sözleşmelerin geçmiş enflasyona değil, öngörülen resmi enflasyon beklentisine göre yapılması gerektiği salık veriliyor.

Hükümetin başta asgari ücret, emek kesimine beklenen enflasyon doğrultusunda zam verme politikasının arkasında IMF bulunduğu sonucu çıkıyor.

En sonunda kayıt dışı ekonominin azaltılması, emek piyasalarında esnekliğin artırılması ve kadınların iş gücüne katılımının yukarı çekilmesi konuları üzerinde duruluyor. Bilindiği gibi esnek emek piyasası denilince; işten çıkarmanın kolaylaştırılması, geçici, kısmı zamanlı istihdamın yaygınlaştırılmasını anlamak gerekiyor.

Özetle, IMF bildik neoliberal, sıkı para ve maliye politikalarına dayanan, kemer sıkmanın tüm yükünü emekçilere yıkan reçetesini güncel veriler ışığında bir kez daha dayatıyor. Şimşek ve ekibinin bu değerlendirmelerden hoşnut kalacağını tahmin etmek zor değil. Ancak bu faiz indirme talebi üzerinden gerilimlerin dineceği anlamına gelmiyor”